En temel duygusal ihtiyaçlardan biri, ait olma ihtiyacıdır. İnsanlara kimliklerinin önemli parçaları sorulduğunda genellikle ait oldukları gruplar üzerinde dururlar: şirketleri, kiliseleri, en sevdikleri spor takımının hayran kitlesi ve benzeri. Aidiyet, bir sosyal grubun parçası olarak hoş karşılandığınızı, görüldüğünüzü ve takdir edildiğinizi hissetmekle karakterize edilir. Bu duygu, bir grubun üyeleriyle paylaştığınız değerlere, geleneklere veya faaliyetlere dayalı olabilir ve bir anlam ve amaç duygusu sağlayabilir. Aidiyet eksikliği, yalnızlık ile aynı şey değildir; bu, arzu ettiğiniz sosyal etkileşim miktarından yoksun olduğunuz hissidir. Yalnız olmayan biri –mesela kardeşi ile yakın ve memnuniyet verici bir ilişkisi olabilir– yine de işyerine, mahallesine ya da başka bir sosyal bağlama ait değilmiş gibi hissedebilir.
Ait olma ihtiyacının izini, insan yaşamının ilk günlerine kadar sürebiliriz. Atalarımızın yaşadığı çevrede insanlar genellikle akraba grupları ya da köyler oluşturmuştur. Bu topluluklar, insanın hayatta kalmasının temeliydi çünkü üyeler avlanmak ve yiyecek toplamak için birlikte çalışır, sırayla birbirlerinin çocuklarına bakar ve birbirlerini kötülüklere karşı korurdu. Bir gruba ait olmamak, kişinin hayatta kalabilmesini riske atan bir durumdu.
Günümüzde insanlar hâlâ başkalarına ait olmaya yönlendiriliyor, gruplar oluşturmak ve bunları sürdürmek için çok fazla zaman ve enerji harcıyor. Oysaki aidiyet eksikliğinin sağlık ve refah üzerine olabilecek etkileri yeterince araştırılmamıştır. Geçmiş zamanlarda bir gruba yabancılaşmanın nasıl tehlikeye yol açabileceğini görmek kolaydır fakat bu, 21. yüzyıla nasıl yansıyor?
Aidiyet ve refah arasındaki bağlantıya dair içgörüler sunabilen çağdaş nüfus, kolejlerdeki ve üniversitelerdeki genç yetişkinlerdir. Üniversiteye gitmek genellikle büyük bir geçiş sürecini içerir – aniden, öğrenciler geride bıraktıkları topluluklardan giderek uzaklaşarak yepyeni bir sosyal çevrenin içine girer ve bunun aidiyet duygusu üzerinde belirgin etkileri olur. Öğrencilerin yurtlarda ders dışı gruplara, kulüplere veya sosyal çevrelere katılmaları için genellikle geniş fırsatlar olsa da her öğrencinin bu gruplar içinde yer bulması veya orada kabul edildiğini hissetmesi kolay değildir. Dahası, bu yaş grubu şu anda önemli ruhsal sağlık sorunlarıyla karşı karşıya: 2021’de Sağlıklı Zihinler Çalışması, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir kolej ve üniversite örnekleminde, öğrencilerin %41’inin orta veya şiddetli depresyon belirtileri yaşadığını ortaya koydu (son birkaç yılda giderek artan bir yüzdeyi takiben). Öğrencilerin sıkıntılarındaki yüksek oranların nedenlerini ve nasıl yardım edileceğini bulmak, temel araştırma hedefleridir.
Aidiyet duygusunun üniversite öğrencilerinin ruh sağlığı ve performansı için kritik olabileceğini teorileştiren Pittsburgh’teki Carnegie Mellon Üniversitesi’nde bulunan ekibimiz, yakın zamanda aidiyet ve depresyon belirtileri arasındaki ilişkiyi araştırdı. Bir akademik dönemin başında, ortasında ve sonunda bir hafta boyunca yüzlerce birinci sınıf öğrencisi, yalnızlık duyguları ve sosyal etkileşimlerinin sıklığının yanı sıra günlük olarak üniversitelerindeki aidiyet duygularını (‘Bugün [okul adı]’) ait olduğumu hissediyorum’ şeklinde ifade ederek) rapor ettiler. Ayrıca depresif semptom düzeylerini (örneğin, umutsuzluk, huzursuz uyku, üzüntü) akademik dönemin başında ve sonunda bildirdiler.
Sonuçlarımız, üniversitedeki daha düşük aidiyet duygusunun, değerlendirme dönemlerinden herhangi birinde, dönem sonundaki daha depresif belirtilerin öncülü olduğunu göstermiştir. Ayrıca öğrencilerin yalnızlık düzeylerine veya sosyal etkileşimlerinin sıklığına bakılmaksızın aidiyetin, depresif semptomların öncülü olma eğiliminde olduğu sonucuna vardık. Bu verilere dayanarak aidiyet duyguları ile depresyon belirtileri arasında nedensel bir bağlantı belirleyemesek de düşük aidiyetin dönem sonundaki depresif belirtilerle ilişkili olduğu gerçeği, daha düşük aidiyet duygusunun depresyonu daha olası hale getirebilirken daha yüksek aidiyet duygusunun da depresyonu önlemeye yardımcı olabileceğini düşündürmektedir. Kişinin sosyal ortamındaki diğer insanların, o kişinin değerlerini veya ilgi alanlarını paylaşmadığı ve bu nedenle de onları oldukları gibi kabul etmediği veya takdir etmediği duygusu, kolayca anlaşılacağı üzere sıkıntıya, kopukluğa ve hayal kırıklığına yol açabilir. Gelecekteki araştırmalar bu olasılığı daha fazla irdelemelidir.
Belki de en ilginci, bahar döneminin en başındaki aidiyet duygusunun bile dönem sonu depresif belirtilerin öncülü olmasıydı. Basitçe söylemek gerekirse; bu sonuçlar, düşük aidiyet duygularının, bir öğrencinin ruhsal sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalabileceğine dair bir erken uyarı işareti olabileceğini düşündürmektedir. Başka bir deyişle, bir dönem başındaki daha düşük aidiyet seviyeleri, bir öğrencinin risk altında olabileceğini aylar öncesinden gösterebilir.
Eğitim kurumlarının bu tür öğrencileri tespit edip desteklemek için bu bilgileri kullanmanın yollarını bulduğunu tahayyül edin. Öğrenciler ruhsal sağlık sorunları belirtileri göstermeden önce öğrenci aidiyetini destekleyen yapılar ve etkinlikler inşa edebilir. Örneğin, birçok kolej ve üniversite kısa süreli yapılandırılmış etkinlikler (oryantasyon haftaları gibi) sunmakla birlikte, okul yılı boyunca birinci yıl odaklı etkinlikler oluşturarak veya öğrencileri uzun dönem katılım içeren, ilgi alanlarına göre topluluklarla eşleştirerek bu yapıyı genişletebilir. Birçok öğrenci ihtiyaç duyduğunda ruh sağlığı danışmanlığı veya desteği aramakta zorlandığı, bu da zaman içinde depresyonun kötüleşmesine yol açabileceği için önlemeye odaklanmak yardımcı olabilir.
Araştırmalar, aidiyet eksikliğiyle mücadele etmenin bazı potansiyel yollarını ortaya koymaktadır. Son yapılan çalışma, öğrencilerin aidiyetle ilgili hikâyelerini ve endişelerini paylaştığı veya öğrenciler ile okul personeli arasındaki olumlu etkileşimleri teşvik eden girişimlerin (örneğin, öğrenci-öğretmen konferansları ve etkinlikleri) aidiyet duygularını geliştirmeye yardımcı olabileceğini göstermektedir. Bir çalışmada, Siyah Amerikalı öğrencilere, kendilerinden daha kıdemli öğrencilerin aidiyete dair erken endişelerinin zaman içinde nasıl kaybolduğunu gösteren bilgiler verildi. Çalışma katılımcılarından, daha sonra başkalarıyla paylaşmak için kendi birinci sınıf deneyimleri hakkında videolar kaydetmeleri istendi. Bu girişime katılan öğrenciler, katılmayanlara kıyasla üniversitede daha güçlü aidiyet duyguları ve performans belirtileri gösterdiler. Bu nedenle çözümün bir kısmı, öğrencilere deneyimlerinde yalnız olmadıklarını ve bu deneyimlerinin sonsuza dek sürmeyeceğini göstermek kadar basit olabilir.
Bulgularımız, üniversitenin ilk yılındaki öğrencilere odaklansa da yeni bir sosyal çevreyi deneyimleyen diğer insanların da –yeni bir işe başlayanlar veya yeni bir şehre taşınanlar gibi– kendi aidiyet duygularını keşfetmekten fayda sağlamaları mümkündür. Azalan veya düşük aidiyet duygularının erken tespiti, bireyleri, eksiklikleri bir sorun haline gelmeden önce bu duyguları geliştirmek için fırsatlar aramaya teşvik edebilir.
Biz bunu yazarken, topluluklarımız da aidiyet duygularını geliştirmeyi daha zor hâle getirebilecek süregelen değişikliklerle yüz yüze gelmekte. Profesyonel ve kişisel bağlantılar, COVID-19’un devam eden etkileriyle değişti. Siyasi gerilimler, toplumsal ve ulusal birlik duygularını tehdit ederek, kutuplaşmış görüşlerle arkadaşları, aile üyelerini ve komşuları bölüyor. Dini cemiyetler gibi uzun süredir devam eden sosyal yapılar, birçok insanın hayatında daha az belirgin hâle geldi. Tanıdık grupların ve toplulukların dağıldığını ve birçoğunun aidiyet duygusunun azaldığını gördük.
Bu kadar çok bölünmenin olduğu bir dünyada aidiyet, peşine düşmeye değer —ancak inşa edilmesi zaman alabilir. Kendi aidiyet duygunuzu artırmak istiyorsanız ilginizi çeken, gönüllü olabileceğiniz fırsatları veya kültürünüzü anlayan ve takdir eden yerel halkla bağlantı kurma fırsatlarını araştırarak işe başlayabilirsiniz. Başkalarının aidiyetini desteklemek için çaba sarf etmek de bir sosyal gruba veya çevreye daha bağlı hissetmenize yardımcı olabilir. İş arkadaşlarınızdan tavsiyelerini istemek veya bir komşunuzu arka bahçenizdeki pikniğe davet etmek gibi maksatlı günlük etkileşimler, bunu yapmanın küçük ama potansiyel olarak etkili yollarıdır. Topluluklarımızın üyeleriyle kısa süreli etkileşimler bile çoğumuzun sahip olmadığı aidiyet duygularını geliştirmeye yardımcı olabilir.
Bu yazı Pınar Kavaklıoğlu tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.
Orijinal Kaynak: Dutcher, Janine M. & Quinn, Amber. (2022, November 30), “How a Feeling that You Belong Could Protect Your Mental Health” Psyche. Atıf Şekli: Dutcher, Janine M. & Quinn, Amber. (2023, Ocak 07). “Ait Olduğunuz Bir Duygu, Ruh Sağlığınızı Nasıl Koruyabilir?” Çev. Pınar Kavaklıoğlu, Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/aidiyet-duygusu-ruh-sagliginizi-nasil-koruyabilir Kapak Resmi: Roma Gavrilă, Loneliness and Addiction (2022) Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir. |